Kuzguncuk

Dinlerin Kardeşliği…

Geçmişin İstanbul’u değil çünkü geçmiş kadar eski değil. Dün gibi 80’li 90’lı yıllar. Perihan Abla, Ekmek Teknesi dizisi hala hatıralarımızda. Sokakta top oynayan çocuklar ve kapı önlerinde çekirdek çitleyerek sohbet eden komşular, üst kattan sarkıtılan sepete ekmek bırakan bakkal amca, basamaklarında renkli saksılar dizili cumbalı ahşap evler ve miskin miskin dolaşan kediler. İstanbul gibi bir metropolün ortasında sakince dünü yaşayan bir mahalle Kuzguncuk. Kuzguncuk’un adı Rumca bir kelime olan Kosinitza’dan geliyor. Zamanla isim Kuzuncuk’a evrilmiş.

Üç farklı dinin inananlarının yan yana ibadet ettiği, dinleri ve milletleri birleştiren bu semt tüm samimiyeti ve kahve kokulu mekanları ile seni bekliyor. Keşfe çıkmaya, belki çocukluğundan belki gençlik yıllarından izler bulmaya hazırmısın? Öyleyse hadi başlayalım…

Kuzguncuk turumuza hemen sahilden başlıyoruz, İsmet Baba restoranın yanında muhteşem bir manzara var. Buradan baktığınızda tam karşıda bir başka kozmopolit semt olan Ortaköy’ü görüyoruz. Orada da aynı Kuzguncukta olduğu gibi Ermeniler, Rumlar, Yahudiler ve Müslümanlar bir arada huzur içinde yaşamışlar. İsmet Baba restoran önündeki ışıklardan karşıya geçip Kuzguncuk’un ana caddesi olan İcadiye caddesi üzerinde gezimize devam ediyoruz.

İcadiye Caddesi

İcadiye Caddesinin hemen girşinde sol tarafta güzel bir sinagog görüyorum ancak içeri giremiyorum, sadece dışarıdan fotoğraf çekmeye izin var. Sinagog’un yan komşusu ise küçük bir Ortodoks kilisesi. Adı; Aya Yorgi Kilisesi, ancak buradaki cemaatin asıl kilisesi birazdan karşımıza çıkacak olan Aya Panteleymon Kİlisesi.

İcadiye caddesinde yürümeye devam ediyorum ve Ekmek Teknesinin olduğu sokaktan hemen sola döndüğünüzde girdiğiniz sokak Perihan Abla Sokağı. Aslında sokağın adı Üryanizade Sokak ama bu sokaktaki 22 nolu evde Perran Kutman’ın oynadığı Perihan Abla dizisinin çekildiğinden sokak bu ismi almış.

Perihan Abla Sokak

Tekrar İcadiye caddesine dönüp yukarı doğru çıkmaya devam ediyorum. Bereketli sokağının köşesinde Nail Kitabevi bulunuyor. Burası eskiden Berber Muzaffer’in dükkanıymış. Bina sütunları ve corint bağlıklı kapısıyla oldukça ilgi çekici. Şu an kitapçı olan binanın üst katlarında sanatçıların konaklayabileceği rezidanslar bulunuyor. Alt katında da güzel bir kafe bulunuyor.

Nail Kitabevi

Aya Panteleymon Kilisesi 19. yüzyılın güzel yapılarında biri. Ortodoks dünyası için önemli bir aziz olan Aya Panteleymon adına yapılmış. Girişte görünen çan kulesi ise daha sonradan 1911’de dikilmiş. Rumlar için Ayazmalar çok önemli; İstanbul’daki 100’ün üzerindeki Ayazmalardan biri de Aya Panteleymon Rum Ortodoks kilisesinin yan tarafında bulunuyor. İçerisinde kutsal su kaynağı ve ikonlar bulunuyor. İnsanlar gelip buradan şişlerle su alıp evlerine götürüyorlar ve hastalıklı zamanlarda bu suyu içmenin kendilerine iyi geleceğini düşünüyorlarmış.

Aya Panteleymon Kilisesi

Kiliseden karşıya geçip Bostan sokağa girdiğimizde karşımıza İlya’nın Bostanı çıkıyor. Burası Kuzguncuk Bostanı olarak geçse de Kuzguncuk’un yerlileri tarafından İlya’nın bostanı olarak tanımlanıyor. İlya Arnavut kökenli ortodoks bir vatandaşımız, 1990’lı yıllarda bu bostanda yetiştirdiği ürünleri satarmış. Şu an tüm Kuzguncuk’luların ortak olarak kullandığı, ekip biçebildiği, kültürel etkinlikler düzenlediği bir alan olmuş. Kuzguncuk’un bu mahalleli kimliği, İstanbul’da yaşayan expat denilen yabancıların da dikkatini çekmiş ve burada yaşamaya başlamışlar. Ulaşım açısından çok rahat bir bölge olması da bu konuda etkili.

Kuzguncuk Bostanından çıkar çıkmaz soldaki sokağa giriyorum. bu sokakta 4 tane cumbalı ev var. Evler birbirine son derece saygılı yapılmış; birbirlerinin manzaralarını kesinlikle engellemiyorlar. Ancak günümüzde bu güzel evlerin önünde çok fazla sayıda fotoğraf çekme/çektirme gibi şeyler olduğundan içinde yaşayanlar rahatsız olmaya başlamışlar. Bazıları kapılarına ve pencerelerine uyarı yazıları asmış. Hatta bir tanesi “Bu evin önünde fotoğraf çektirenler boşanıyor” yazmış 🙂 Cumbalı evlerin önünden yürümeye devam edip sağdaki sokağa giriyorum. Sokağın ismi çok ilginç: Simitçi Tahir Sokağı. Ara sokaklarda gene çok güzel cumbalı evler var.

Boğaz semtlerine baktığımızda çok fazla etnik köken farklılığı gözlemleyebiliriz. Mesela Kadıköy’de çok fazla İngilizler yaşamış, Üsküdar’da Müslümanlar, Çengelköy’de Rumlar, Moda’da Ermeniler, Kuzguncuk’a geldiğimiz de ise Yahudi nüfusu fazlaymış. Bunun sebebi eskiden seyahat etme olanaklarının sınırlı olmasından sebep, Kudüs’e gitmek çok zor. Kudüs ise yahudiler için çok kutsal biryer. Bu çerçevede de Avrupa’dan gelenlerin Asya’ya ayak bastıkları ilk nokta burası olduğundan buraya Küçük Kudüs demişler. Yahudi yerleşimi de bu doğrultu da burada artmış. Hatta Kuzguncuk’un tepelerinde geniş bir yahudi mezarlığı da bulunuyor.

İcadiye Caddesine geri dönüp İcadiye Hamamı Sokağına giriyorum ve Yakup Sokağa doğru devam ediyorum. Sokağın girişinde bulunan ve Yukarı Sinagog olarak adlandırılan Kuzguncuk Sinagogu’nu görüyorum. Geçmişte burada 800 civarı Yahudi aile yaşıyormuş ve bunu hane başına 4 kişiden hesaplarsak 3000’in üzerinde yahudi nüfus olduğunu düşünebiliriz. Hala da semtlerine sahip çıkıyorlar, özel bayramlarda ve cumartesi ayinlerinde sinagog oldukça kalabalık oluyormuş.

Kuzguncuk Sinagogu

İcadiye Caddesine geri dönüp Aya Panteleymon kilisesinin yanındaki Bican Efendi sokağına girdiğimde sağ tarafta karşıma 2 tane çok güzel ahşap bina çıkıyor. Özellikle cumbaları ile dikkat çekiyorlar. Hemen yanında da Simotas Binası yer alıyor. Burası Müslüman bir ülkede Rum bir mimar tarafından Yahudi bir aile için yapılan en büyük binaymış. Bina mimarının adı olan Simotas ismini almış. Bu bina şu an Refika Birgül’ün ailesine ait. En üst katında Refika’nın Mutfağı isimli atölyesi var.

Simotas Binası

Bican efendi sokağında yokuş yukarı çıktığımda karşıma çok güzel renkli evler çıkmaya başladı. Bamyacı sokağından sağa sapıyorum. Hemen soldaki ikinci ev şu an bir anaokulu olarak kullanılıyor ancak burası Patrikhane’ye ait olan binalardan biri. Patrikhane’nin şehirde çok sayıda binası var ve buradan gelen kira gelirleri ile kilisenin giderleri karşılanıyormuş. Günümüzdeki Galataray, Fenerbahçe takımları gibi Osmanlı dönemindeki cirit ve okçuluk takımlarına da Bamyacılar ve Lahanacılar denirmiş. Yani dönemin önemli takımları. Bamyacı sokağın adı da buradan geliyor.

Bamyacı sokağın üzerindeki merdivenler aşağı inip ilk sola döndüğümde Tahtalı Bostan Sokağına ulaşıyorum. Burada eskiden bir bostan varmış. Bu sokakta daha çok müstakil evler bulunuyor. İlerlediğinizde 4-6-8-10 numaralı binaların çok güzel tuğla binalar olduğunu göreceksiniz. Sokağın sonu sahildeki Paşalimanı caddesine açılıyor. Burası Kuzguncuk ile Üsküdar arasında yer alan cadde. Sokağın sonunda tam karşımıza Madam Agavni Yalısı çıkıyor. Burası en üst katında saçaklı balkonları olan çok güzel beyaz bir yalı. Eskiden Ermeni bir aile yaşıyormuş.

Madam Agavni Yalısı

Paşalimanı caddesinden İcadiye Caddesi yönüne, geziye başladığım noktaya geri dönüyorum. Burası Kuzguncuk Çarşı Caddesi, buradan Beylerbeyi yönüne doğru devam ediyorum. Sol tarafta İsmet Baba restoranın yan sırasında birinci ulusal mimari tarzında yapılmış olan Kuzguncuk İskelesi bulunuyor. Bu mimarinin özelliği, Selçuklu ve Osmanlı mimarisinin harmanlanıp, bol miktarda çini kullanılıyor olması.

Kuzguncuk İskelesi

İskelenin karşısında Surp Krikor Lusavoriç Ermeni Kilisesi bulunuyor. Surp Krikor Kayserili bir aziz ve Ermenilerin azizi olarak geçiyor. Bu kiliseninözelliği, Ermeni cemaati kendi kilisesin bahçesinden bir bölümü Müslüman cemaate vermiş ve oraya Kuzguncuk Camii yapılmış. Bu sebeple iki binayı yanyana burada görebiliyoruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir